Türkiye'nin aşırı silahlanmasına Öcalan'ın katkıları
Son dönemlerde Öcalan'ın
devletle ilgisine dair gerek kendi yazdıkları ve gerekse
Öcalan dışında yazılanların son derece açık olan içeriğine
ve lafzına karşı sürekli aynı gerekçe öne çıkarıldı, TC'nin
Öcalan'ı büyütmesi için bir nedeninin olmadığı söylendi.
Acaba öylemiydi, TC'nin Öcalan'a ihtiyacı yokmuydu?
Bana göre vardı. Önce, savaşı kürtler başlatmadı. 1980
darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına alınan 900 bin
insanın ezici çoğunluğu kürtlerdi. İşkence ve kaybetmelerle,
köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar uzanan cinsel
saldırı da dahil diğer ağır baskı biçimleri uygulamakla,
varolan kürt örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne
yönelik olarak kapsamı son derece geniş tutulmuş bir baskı
çemberi kuruldu. Kürdistan'ın her sokağı, her köyü,
istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı altına altına
alındı. Kürtlere savaşmak dşında hiçbir yol bırakılmadı.
Savaşın gerekçeleriyle birlikte savaş hali
TC
tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu.
Esas önemli husus, savaş başlatılmadan önceki türk ordusunun
silah ve eğitim bakımından çağın oldukça gerisine düşmüş
konumudur.
Eşzamanlı olarak İran'da iktidar değişikliğinin ötesinde
konjukturel değişmelere yolaçacak bir rejim değişikliği
gerçekleşmişti. Irak ve Suriye'nin, dönemin Sovyetler
Birliği ile sahip oldukları antlaşmalar temelinde Türkiye'ye
oranla kat bekat modern silahlarla donatılmışlıkları ve her
ikisinin de petrol yataklarının kalbinde yer alan ülkeler
olmalarına ilaveten, İran'ın da rejim değişikliği nedeniyle
ABD ve Batı karşıtı pozisyona düşmesi sonucu dünya petrol
rezervlerinin büyük bölümü batı konsorsiumlarının
denetiminden çıkmış oluyordu. O dönemin planlarına göre
Irak'ın bir de çevresindeki petrol ülkelerine yönelik
yayılmacı tehditleri düşünüldüğünde arkalarına Sovyet
silahlarının desteğini alan neredeyse dünyanın en büyük
orduları petrol sahalarını tümüyle kontrol edeceklerinin
işaretlerini vermekteydiler.
Türkiye'nin bu önemli petrol sahalarına yakınlığı kadar
Azerbaycan ve Türkmenistan petrollerinin karadan yada
Karadeniz üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılmasında sahip
olduğu mevki itibarıyla arzettiği önemin batı konsorsiumları
için taşıdığı anlamı da hesaba katmak gerekir.
Türkiye'nin batı için önemi, petrol sahalarına yakınlığı ve
NATO üyesi olması nedeniyle petrol ithalatına bekçilik
misyonunun dışında bir de bu pazarlara emtia ihracında
tersinden güzergah olmasında yatmaktadır. Bunun dışında
Türkiye batılı şirketlerin otomotivden beyaz eşyaya kadar
farklı alanlarda üretim yaptıkları bir ülkedir. Ortadoğu'ya
yönelik emtia satışının önemli bir ayağıdır.
Diğer yandan, Türkiye'nin kimler tarafından hangi nedenle
kurulduğuna, nasıl ayakta tutulduğuna, hepsinden önemlisi
Lozan antlaşmasıyla oluşturulan statünün esasta hangi amaca
yönelik olduğuna bakmak gerekir.
Batı, Lozan, Ankara Antlaşması ve ABD-Türkiye ikili
antlaşmalarıyla Ortadoğu'daki menfaatlerini garantiye alacak
bir müstahkem mevki oluşturmuştu. NATO ile müstahkem mevki
daha da pekiştirildi. Türkiye ileri karakol misyonuna
ilaveten ikinci dereceden sınai mamullerin üretildiği yedek
sanayi ülkesine dönüştürüldü. Tabii Ortadoğu pazarına ve
kaynaklarına yönelik olarak..
Kürtler savaşa zorlanmasaydı Avrupa ve Amerika bitkin
Türkiye'yi hangi izah edilebilir sebeplerle dünyanın en
güçlü ikinci ordusuna sahip ülke durumuna
yükseltebileceklerdi?
Dikkatten kaçırılan birinci nokta bu.
İkincisi, Türkiye 1974-75 silah ambargosuyla düşürüldüğü
askerlerine potin temin edemez bir ülke konumundan, silah ve
savaş hazırlığı bakımından dünyanın en güçlü ikinci ordusuna
sahip ülke konumuna yükseltilmekle kalınmadı. Aynı zamanda
ikinci dereceden savaş sanayiine sahip bir ülke konumunu
yakaladı.
1983-84 yılları itibarıyla 15 milyar dolar civarında olan
Türkiye'nin dış borcu bugün 270 milyar dolar civarında
seyrediyor ve bu meblağın 200 milyardan fazlası silahlanmaya
türk ordusunun yeniden düzenlenmesine harcandı. Türkiye'nin
silahlandırılması için mazaret teşkil edecek bir "tehlikeye"
ihtiyaç vardı. Tehlike ve risk kavramları Öcalan'ın şahsında
ve yöneliminde vücut buldu. Öcalan olmasaydı Batı ve Türkiye
adına savaşacak bir başka örgüt bulunacağından hatta icad
edileceğinden şahsen benim kuşkum yok.
Bu durumu çok iyi değerlendiren Saddam rejimi batı adına
İran'a saldırdı. İran-Irak savaşı boyunca parametreler Irak
rejiminden yana kaydı. Saddam'ın Kuveyt'e yönelmesi
güvenilemeyeceği kuşkularını doğurdu. Körfeze birinci
müdahalenin akabinde Lozan'ın bir kez daha katılaştırılması
gündeme geldi. Türkiye'nin kürtlere galebe çalması da
eşzamanlı olarak başladı. Çünki batının tüm desteği bu andan
itibaren daha ağırlıklı olarak Türkiye'ye yöneldi. Irak'ın
bir dönem aşırı desteklenmiş olmasını andırır biçimde
Türkiye desteklenmeye devam olunmakta.
Olay aslında çok daha geniş bir perspektiften irdelenmeye
muhtaç. Öcalan'la ve kürtlerle ilgili bölümlerini öne
çıkaracak şekilde sadece ana hatlarına değindim. Kürdistan
sorununu Ortadoğu'da hatta Önasya'da olan bitenlerle
değerlendirmekte fayda var. Kerkük Sorunu'ndan kürtlerin
Irak statüsü içerisine hapsedilmek istenmesine kadar
aleyhimize cereyan eden gelişmelerin hepsi batının bölgeye
ilişkin stratejisi ve bu arada Türkiye'ye biçilen misyonla
yakından ilgilidir.
Bu noktada Öcalan'ın TC'nin bir görevlisi olup olmaması
önemini kaybediyor. Öcalan herşeyden önce türkiyeci.
Objektif olarak Türkiye'nin birliğine ve bütünlüğüne eşssiz
hizmetler sundu (anlamı Kürdistan'a açık darbedir). Yaşamını
borçlu olmasına rağmen ABD ve İsrail karşıtı söylem
yükselterek risk faktörü varmış gerekçesini batıya ve
Kürdistan işgalcilerine fazlasıyla sunuyor. Tavrının
bilinçli bir tercih olduğu son derece açık ve tevil götürmez
durumda. Kürtlerin yetenekli siyasi ve askeri kadrolarını
emsali görülmemiş bir şekilde imha etmiş olması,
başlangıçtan beri dirsek teması içinde olduğu devlet
ajanlarıyla birlikte ele alındığında Öcalan'ın tercihine
hasbelkader oluşmuş bir sonuç yada kaderin sürüklediği mecra
demeyi olanaksız kılıyor. Öcalan'ın Türkiye'ye en büyük
hizmeti, dünyanın ikinci büyük ordusunun yaratılmasına
gerekçe oluşturarak hatta imkan sunarak bitmekte olan bir
devlete kürtler için büyük tehlike, batılı güçler için
bölgeye yönelik müdahalelerde kullanılacak sıçrama tahtası
pozisyonunu yeniden kazandırmış olmasıdır. Öcalan'ın
uyguladığı savaş ve siyaset yöntemleri başından beri kürtler
dışında herkesin çıkarına hizmet etmiştir. Öcalan olgusu bu
niteliğiyle kürtlerin tarih boyunca karşılaştıkları en
kapsamlı felaket konumundadır.
Kenan Fani Doğan