Hüseyin DEDESOY
Bazı olaylar vardır düşünürsünüz ama onu ifade
edemezsiniz. Bazen öyle bir şeyle
karşılaşırşınız ve öyle şeyler görürsünüz ki,
bunu ifade edeck kelime ve sözcük bulamazsınız.
Söylüyeceğiniz ve kullanacağınız sözcüğük,
gördüğünüzün yanında hafif kalacağını
düşünürsünüz...
Son bir ay içinde üç ayrı film izledim. Her üç
filmin de anlatmak istediği hikaye aynıydı, ama
ayrı ayrı dönemlerde ve farklı yerlerde yaşanan
olayları konu edinmişti.
İşte şimdi size gördüklerimi ifade edecek kelime
bulamıyorum: Vahşet mi diyelim?, katliyam mı
diyelim?, dırammı diyelim?. Canavarlık,barbarlık,
vahşilik mi diyelim..? Yetmiyor, olanları
anlatmaya yetmiyor!..
Birinci Film: 1915'te Osmanlı döneminde şimdiki
TÜRKİYE diye adlandırılan ve o dönem Osmanlı'nın
ANADOLU Toprakları diye bilinen bölgede
Osmanlı'nın ERMENİLERİ nasıl öldürdüğünü,
kalanları yerinden yurdunda sürerek ölümü zamana
yayıp, yavaş yavaş o insanların nasıl yok
edildiğini anlatan bir filmdi.
Film çok eski görüntülerden, artı o dönemi
yaşamış ve sağ kalabilmiş yaşlı insanların
anlatıklarından oluşuyordu. Binlerce...On
binlerce...Yüz binlerce insan. Silahla, sopayla,
taşla... Yanarak, aç bırakılarak, yorgunluktan,
uykusuzluktan, susuzluktan, acıdan, utancından,
kızgınlığından, öfkesinden, çaresizliğinden...ölmüş,
öldürülmüş,ölüme terk edilmiş....
Çünkü bunlar onlardan farklı bir dili
konuşuyorlarmış. Çünkü bunlar onlardan farklı
bir inanca sahiplermiş . Çünkü bunlar onlardan
farklı gülüyorlarmış, eyleniyorlarmış,
konuşuyorlarmış... BU SUÇ SAYILMIŞ.
İkinci film ise 1940-45 yılları arasında
Avrupanın birçok ülkesinde dönemin siyasi-Askeri
iktadırı olan Hitler faşizminin eğemenliği
altında yaşıyan Yahudilerin Alman ulusu adına
Hitler iktidarinda çektiklerini anlatan bir
filmdi...birçok film izlemişizdir, bununla
ilgili, olayı yaşamış kadar haberdarızdır...
Üçüncü film ise 1994 yılında RUWANDA'da yaşanan
vahşeti belgeliyen bir film... Ellerinde kılıç
büyüklüğünde keserler, baltalar, silahlar ve
sopalarla insanların nasıl öldürüldüğünü
görüntülüyordu. Ben bugüne kadar böyle bir
canavarlık görmedim ve düşünemezdim... bir insan
bir insana nasıl böyle davrana bilir? İnsan olan
bir canlı yaratık başka herhangi bir canlıya
dahi böyle saldıra bilirmi? Düşünemezdim, tahmin
edemezdim... Sebebebi yine aynı. Kendilerinden
olmuyan başka bir insan topluluğunu yok etmek ve
ortada kaldırmak, silmek istemeleri.
İşte uluslar arası hukukta bu olayların
isimlendirilmesine JENOSİD deniyor.
Yani Bir insan topluluğunu; Çocuk, kadın, yaşlı
insanlarda dahil olmak kaydıyla... savunmasız
sivil bir halka bağlı bulunduğu, dini inancından
dolayı, yada konuştuğu farklı bir dilden dolayı
veya ayrı bir etnik yapıya sahip olduğundan
dolayı yok edilmesi, öldürülmesi, katliyama tabi
tutulması. Bunun bir pılan ve proje dahilinden
gerçekleştirilmesi...
Bu olayın adına JENOSİD deniyor, Türkçe SOYKIRIM
anlamına geliyor, Bizim dilimizdede -Kurmanci ve
Kırmancı -buna TERTELE denmiş. Çünkü işte
bizimde başımıza aynı olay gelmiş ve bizimkiler
kendi dilinde bu olayın adını TERTELE koymuşlar.
1938'de DERSİMDE YAŞANANLARDA O ÜÇ OLAYDAN EKSİK
KALAN YANI YOKTUR.
Bir halam varmış hep anlatırmış. Kışın çocuklar
sobanın ısıttığı odada etrafına toplanıp " hala
hadi bize bir cirok anlat " deyince o biraz
düşünüp hikayesini başlarmış anlatmaya.
"O günlerde artık herkesi toplamışlardı, kimse
kalmamıştı onlarla çarpışacak. Birgün geldiler
bizide hepimizi topladılar ve köyde alıp
götürmeye başladılar... Diyorlardı ki sizi başka
yere götüreceğiz, buralarda artık kalamazsınız.
Zaten erkeklerin çoğunu dağlarda öldürmüşlerdi,
geriye sizin gibi çocuklar, kotim ve biz
kadınlar kalmıştık. köyden biraz uzaklaştıktan
sonra ilerde bir dere vardı orda bizi
durdurdular, önümüzde ve etrafımızda askerler
vardı, bizi bir-birine bağlayıp sıraya dizdiler,
ah... o zaman biz öldürüleceğimizi anladık.
Ağlamalar, figanlar başladı, herkes bir birine
sarılmaya çalışıyordu, ağlıyorlardı çocuklar
bağırıyordu, kimiside askerlere yalvarıyordu...
nolur yapmayın çocukları öldürmeyin diye, ama
bizi duyan yoktu.
Karşımıza makineliyi kurdular ve işte hepisinin
üstüne kurşunu boşaltılar. üst-üste yıkıldık
benim altımda iki kızım vardı , üstüme başkaları
yıkılmıştı, sonra ses kesildi, ben ölmemiştim,
sonra askerlerin cesetlerin üstünde gezdiklerini
işittim, gelip kadınların boynundaki takıları,
altınları alıyorlardı, hala yasşıyan varsa
öldürüyorlardı, bir baktım askerin biri üstümde,
benim parmağımda bir altın üzügüm vardı onu
çıkarmaya çalışıyor, oda birtürlü çıkmıyor,
başka bir askerde dediki, kasaturayı çıkarıp
kessene, ben çok korktum, bu sefer beni
öldürürler dedim. Tam o arada birde baktım üsüğü
çıkartmış.
Sonra ölüleri orada bırakıp uzaklaştılar, ben o
gece orda ölülerin yanında kaldım, başka benim
gibi bir-iki kişi daha vardı, çocuklarım
ölmüşlerdi, sonra onları bıraktım yavaş yavaş,
bizim bir değirmen vardı, oraya kadar gittim..."
"...Haydi hala sonra noldu?" diye çocuklar onun
hikayesini hep dinlemek isterlermis.
İşte bizde o hikayeleri dinleyerek büyüdük.
Kendisiyle, geçmişiyle, doğrusu veya yanlışıyla
hesaplaşmıyan birey, insan ve toplumlar: Elleri
kirli, yüzleri kirli, ruhları kirli olarak
yaşamaya mahküm olacaklardır. Hani bizde derler
ya "...Allah kimseyi yüzü kara etmesin..."
Hüseyin DEDESOY